Mardin’de iki bienal: ‘Daha Uzaklara’ ve ‘Paralel Bienal’

Posted by

Bu yıl 6’ncısı düzenlenen “Uluslararası Mardin Bienali” tartışmalarla başladı ve öyle görünüyor ki bu tartışmalar bir süre daha devam edecek. Peşin söylemeliyim, tartışmaların, eleştirilerin, önerilerin olmasından yana bir şikayetim yok. Çünkü her tartışma, eleştiri ve önerinin, kısa vadede olmasa da bienal ve benzeri etkinliklere katkı sunacağını düşünüyorum.

Mardin’e, Mardin Bienali hakkında birkaç gazete yazısı okuduktan sonra gittim. Yazılar maalesef bienalin organize ediliş biçimini, sanatçı tercihini ve içeriğini eleştiriyordu. Maalesef, diyorum çünkü Mardin, dilleri, inançları, mimarisi ve kültürüyle bienal için çok olanaklı bir mekan ve anlaşılan o ki bienali kotaran ekip, olanaklara gözünü kapatıp “Daha Uzaklara” bakmayı tercih etmiş. Hal böyle olunca bienale yönelik eleştirilerde haklılık payı öne çıkıyor. Çünkü Mardin’de denildiği gibi, “Mardin taklacı güvercinlerden ibaret değil” ya da insanı büyüleyen gepegeniş ova manzarasıyla sınırlamak da doğru değil.

Mardin’in bir kimlik meselesi var her şeyden önce. Kimliğini duyurma, kabul ettirme ve haklarını elde etme talebi var. Sıkça kullanılan, “Mardin’de diller, dinler, kültürler barış içinde yaşıyor” ifadesi, talepleri son günlerin popüler iki kelimesiyle söylersek, bir çeşit yumuşatarak normalleştirme çabası gibi geliyor bana. Üstelik bu normalleştirme çabası, Mardin’i Kızıltepe’den, Savur’dan, Nusaybin’den kopararak yapılmak isteniyor. Bu çabanın kısmen de olsa başarılı olduğunu kabul etmek gerekiyor galiba. Şöyle bir algı oluşturuldu zaman içinde: Mardin tarihi, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli, turistik, huzurlu bir şehir. Peki ya nüfusu Mardin’le yarışan Kızıltepe? Eski postahanenin oradaki çay bahçesinden biraz daha dikkatli bakılırsa telörgülerin, duvarların ikiye böldüğü Dirbêsî görünecek mesela. Uzakları yakından görmek motivasyonuna, bilgisine, hevesine sahip bir bienal, Mardin’in kaderine de ortak olabilir.

Benim izleyebildiğim kadarıyla bienali kotaran ekip, gözlerini Mardin’e kapatarak uzaklara bakmış. Hal böyle olunca bienal en azından günümüz Mardin’ini ve taleplerini ifade etmekten uzak kalmış. Bunda bienal organizasyonu içinde yer alan Mardinli şahsiyetlerin payı büyüktür diye düşünüyorum. Şehrini nasıl tanıtırsan konuğunun hafızasında öyle kalır. Bienal için eser hazırlayan, bienalde sergilenen eserleri görmeye gelen küratörler ile sanat meraklıları için de geçerli yanlış bir Mardin algısı oluşur. Bu algının sergilenen eserler ile video çalışmalarının içeriğine yansıması da olağanlaşır.

Aslında şunu da belirtmeliyim: Sanatçının yorumunun özgür olması gerektiğine sonuna kadar inanıyorum. Yanı sıra sanatçı eserini çalışırken bir gelecek öngörüsüyle hazırlama kabiliyetine sahiptir. Bienalin “Daha Uzaklara” temasından ilham alan sanatçı, güncel olanda kalmayarak belki yüzyıl sonraki Mardin’i tahayyül ediyordur çalışmalarında, kim bilir.

Ama işte, kanayan bir yara var ve insanlar öncelikle bu yarayı sağaltacak eylemler bekliyor hem bienal fikriyatından hem de bienale katılan sanatçılardan.

BİENALE YÖNELİK ORTAK ELEŞTİRİLER

Festivalin iletişim dilinin Türkçe ve İngilizce olması da eleştiriye konu oldu. Hani çok dilli diye övündüğünüz Mardin’de konuşulan Kürtçe, Arapça, Süryanice? Bienal ahalisi, nezaketen de olsa, broşürlerde bu dillere yer verebilirdi. Bienal dediğimiz oluşumun sermaye ile sıkı ilişkileri olur. Belki bu nedenle Mardin’de konuşulan dillere sırt çevirdi.

Bir de Asena Hayal’in sahneden indirilmesi olayı var ki bunu ancak ırkçılıkla tarif etmek mümkün. Bienalin sponsor markasının PR işlerinden sorumlu Yeşim Aksoy, DJ Asena Hayal’in iki Arapça ve bir Kürtçe şarkı çalmasından rahatsız olmuş ve Hayal’i sahneden indirmiş. Müzikler Doğulu olabilir ama iki tını Kürtçe zinhar kabul edilemez.

Okuyabildiğim eleştiriler de daha çok bu konulara odaklanmıştı zaten.

Şehmus Diken de “Müstemlekenin kültür taşıyıcılığı” başlıklı yazısında Asena Hayal’in sahneden indirilmesini ve Baba Zula’nın performansında kopuz kullanılmasını eleştiriyordu. Başlığı biraz fazla iddialı bulsam da eleştiri hakkını kullandığı için sonuna kadar desteklenmesi gereken bir eleştiri yazısı. Ancak bu yazı için bir pencere açmak gerekiyor. Çünkü yazının son cümlesi şöyleydi: “Bir de kültür adına ‘iş’ yaptıklarını her defasında dillendiren, Diyarbakır’daki suskun Mardinlileredir sözüm, susuyorsanız sebebi nedir?”

Doğrusu, Diyarbakır’da yaşayan ve kültür adına hasbelkader ‘iş’ yapmaya çalışan bir Mardinli olarak bu eleştiriyi ya da serzenişi üstüme alınmadım. Ama Diyarbakır’da yaşayan ve kültür sanatla ilgilenen birçok Mardinliyi, hiç ilgileri olmayan bir bienalden yola çıkarak susmakla itham etmek nedendir, bilemedim. Müstemleke yüzyıldır kültür taşıyor ve buna itiraz etmek, öncelikle Mardin’de yaşayan kültür insanlarının hakkıdır. Onlar da “Daha Uzaklara” bienaline paralel bir bienale imza atarak bu haklarını hakkıyla kullandılar zaten.

Paralel Bienal sergilerinden Roza Tulga

‘PARALEL BİENAL’ ÇOK KEYİFLİ BİR İSİM

Doğrusu bu yazıya “paralel bienal” hakkında birkaç şey söylemek arzusuyla başlamıştım. Öncelikle “Paralel Bienal” adlandırması çok keyifli çünkü hınzırca bir eleştiri ve itiraz barındırıyor.

“Daha Uzaklara” temalı 6. Uluslararası Mardin Bienali’nden tartışmalardan yola çıkarak da olsa değinmeden geçmek olmazdı.
“Daha Uzaklara” bienaline ait birkaç sergi gezdim. Sergilerdeki eserleri, resimden anladığım oranda, sevdiğimi belirtmek isterim. Gördüğüm çalışmalar günümüz dünyasının sanatsal, siyasi, sosyolojik ve ekolojik sorunlarına çağdaş sanatın diliyle yeni yorumlar getirmeye çalışıyordu.

Geriye kalan sergileri ve video çalışmalarını gezemedim. Çünkü yazar İrfan Amida ve fotoğrafçı Tehsîn Baravî ile karşılaştım. Baravî’nin fotoğraflarını sergilediği mekanda çay içip uzun uzun Mardin Bienali’nden ve Mardinli sanatçıların bienalle aynı zamanda açtıkları sergilerden konuştuk.

Tehsin Baravi ve sergisi

Beravî’nin Mardin’de bienal düzenlenmesinden yana bir şikayeti yok. Ancak bienale yönelik eleştirilerini de sıralıyor. “Keşke bienal, buradaki sanatçılarla sağlıklı bir diyalog ile hazırlansa” diyor. Bienal nedeniyle şehre sanatçıların, kuratörlerin, sanatseverlerin gelmesini olumlu buluyor Baravî. Bienal dolayısıyla gelenler, şehrin sanatçılarıyla da temas kuruyorlar ve bu, iki taraf için de olumlu bir karşılaşma oluyor.

Soluklandıktan sonra Baravî’nin Vekişîn (Çekilin) başlıklı sergisini gezdik.

Baravî, daha çok Mardin doğasının fotoğraflarını çekiyor. Fotoğraflarına hayran olduğumu belirtmeliyim. Sergilediği birkaç fotoğraf, bienal için Mardin’e gelenler tarafından satın alınmış.

Rıdvan aşar, Üçüncü Şahıs

İrfan Amîda “paralel bienal” çerçevesinde açılmış diğer sergileri de gezdirdi bana. Rıdvan Aşar’ın Üçüncü Şahıs başlıklı sergisi enteresandı. Karikatür ile resim arasında dolanan çalışmaları eleştirel ve çarpıcıydı.

İbrahim Ayhan, Bedenimde Bir Yer sergisinde bölgenin kadim geleneklerinden biri olan deq (dövme) sanatına odaklanmıştı. Ayhan, kağıt üzerine çizdiği ve bez üzerine işlediği deq’ler ile bir sanatı hatırlatma ve yaşatma çabası içinde. Sergiyi gezerken her çalışmanın önünde durmak ve biraz daha bakmak ihtiyacı duyuyor insan.

İbrahim Ayhan, Bedenimde Bir Yer Sergisi

Hayalet İplik başlıklı dokuma sergisine imza atan sanatçı ise Roza Tulga. Serginin altbaşlığı da iddialı: “Siz hiç Mezopotamya’nın kalbine dokundunuz mu?” Roza Tulga iplikle Mezopotamya’ya ait efsane ve hikayelere odaklanarak çalışmış ve kırmızının hakim olduğu bir görsel şölene dönüştürmüş sergi mekanını. Sergiyi Roza Tulga ile birlikte gezdik. Yaptığı işleri hikayeleriyle birlikte ayrıntılı bir şekilde anlattı. İplere sanatsal bir şekil vermenin zahmetini hissedebiliyor insan.

Roza Tulga. Serginin altbaşlığı “Siz hiç Mezopotamya’nın kalbine dokundunuz mu?”

Birkaç sergi daha gezdim ve bu sergilerde de çarpıcı eserler görme imkanım oldu. İrfan Amîda’nın dediğine göre “paralel bienal”de gezemediğimiz birkaç sergi daha vardı. Ancak Mardin’e ufaktan akşam karanlığı çöküyordu ve benim vaktim yoktu.
Paralel bienaldeki sergiler eski Mardin evlerinde açılmıştı. Kimi sergi salonları bu evlerin avlusundaydı ve Mardin manzarasından yoksundu. Yine de o taş evlerin serinliğini hissettiriyorlardı. Manzarası olsun ya da olmasın, kafe olmaktan kurtarılmış ve sergi salonuna dönüştürülmüş bu mekanlar ziyaret edilmeli. Hem taşın ruhunu hissetmek hem de sanata yakın olmak için.

Bir de aklınızda olsun, bu sergi salonlarında, sokakta olduğu gibi Kürtçe, Türkçe, Arapça, Süryanice özgürce konuşuluyor.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir